23 Nisan 2010 Cuma

Tibet'te otobüs yolculuğu..

Lhasa’dan ayrılmadan bir gün önce karaları bağlamıştım.Ertesi gün yapacağımız Gyantse yolu küçük bir otobüste tam 10 saat sürecekti, ve ben uzun otobüs yolculuklarından çok sıkılırım. 1-2 saat sağa sola bakınıp, kitap okumaya çalışıp, müzik dinleyip zaman geçirsem de sonrası adete sonsuz bir boşluk gibi gelir. Nedense yolda pek uyuyamam da.

Ama yolcu yolunda gerekti ve ertesi gün Lhasa’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra asfalt yol bitti ve Gyantse’ye kadar uzun toprak bir yolda gitmeye başladık. O ilk anlarda bilemezdim ama bu yolculuk unutamayacağım yollardan biri olacaktı. Yolun kimi kısımları sellerden ve yağmurlardani yok olmuştu, midibüsümüz ise adete dört çeker bir jeep gibi yol alıyordu.Yolda bir iki kere ufak derelerin içinden bile geçtiğimizi hatırlıyorum.


Bu yoldaki manzara çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki şu ana kadar gördüğüm en güzel şeydi. Bu kadar uzun bir mesafeyi ilk defa bir şeyler kaçırırım korkusuyla uyuyamadan geldim. Sayılacak olurca sadece dağlar, gökyüzü, bulutlar, nehir veya göller ve çokta kısıtlı bir bitki örtüsü var ama hepsi birleşince inanılmaz bir güzellik ve vahşi bir doğa yaratıyorlar.


İlk önce 4700 metrelerdeki Kamba La geçidini geçip Yamdrok Gölüne geldik. Burası 4485 metrede ve Tibet’in dört kutsal gölünden biri. Tibet’liler burada öfkeli Tanrıların yaşadığına inanıyorlar ve ayrıca yine inançlarına göre burası yaşamın uğurudur ve suyu kuruduğu zaman Tibet artık yaşanılmaz bir ülke olacaktır. Tüm renkler yine inanılmaz bir netlikteydi. Rüzgarsız bulup durduğumuz bir yerde ise dağların ve bulutların göl üzerindeki silüeti tam bire birdi. Muhteşem turkuaz rengi ise sanırım asla unutulmayacak bir şey.

Öğle yemeğimizi lunch box’lardan Yamdrok’un kenarında yedik.

Daha sonraki geçit Karo La’da ise kendi yükseklik rekorumu kırdım. 5010 metre. Burası Tibet’in en kutsal yerlerinden biri sayılıyor ve bende ilk gün verilen dua eşarbını buradaki yüksek bir kayanın üzerine bağladım. Ancak eklemeliyim ki, Tibet’te yükseklik beni Peru’da ya da Bolivya’da olduğu kadar rahatsız etmedi.Evet, yine hızlı hareket ettikçe insan derin nefes almakta zorlanıyor ama burada daha yükseklere çıkmama rağmen, belki de etrafın açıklık olmasından dolayı fazlaca zorlanmıyorum.

Üçüncü olarak geçtiğimiz yüksek geçit ise Gyanse’ye yaklaşırken geçilen Simila, yanlış hatırlamıyorsam 4200 metrelerdeydi. Tüm bu tepelerde bol miktarda dua bayrakları, eşarpları ve üst üste dizilmiş taşlardan oluşan minik stupalar vardı.

Yolculuk sırasında pek çok yaşam yerinden geçtik. Genelde tarımla uğraşıyorlar ve kullandıkları yöntemler çok ilke. Kara sabanla toprağı sürüp ,rüzgara karşı samanla tohumu ayırmaya çalışıyorlar.




Yol boyunca çok komiğime giden bir şeyde koyunlar oldu. Bu çevrede çok fazla araba görmediklerinden olsa gerek, bizim otobüsten inanılmaz korktular. Yol kenarından uzakta, oldukça emniyetli mesafede duranlar bile, otobüsü görür görmez çılgınlar gibi kaçmaya başlıyorlardı, hatta kimileri tepelere tırmanmaya çalışırken patır kütür gerisin geriye düşüyorlardı.

Akşam Gyantse’de yatağa yattığımda sanki hala otobüsteymişim gibi sarsılıyor hissediyordum kendimi , ama kim bilir belki de Tibet’in inanılmaz doğasının renkleriydi , deliksiz bir uykuya dalmadan önce hala başımı döndüren.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Lhasa - Jokhang Tapınağı

Lhasa’da bir öğleden sonra rahatlıkla şehrin kalbi olarak nitelendirilebilecek Jokhang Tapınağı ve onun hemen önündeki Barkor meydanında geçti. Jokhang bu bölgedeki en eski tapınak ve Tibet’in en kutsal dinsel objesi olarak kabul edilen Sakyamuni Buda’sı da burada bulunuyor. Bu heykeli zamanın Tibet kralıyla evlenen Çinli bir prenses beraberinde yeni ülkesine getirmiş. Tapınağın içinde ayrıca Budizm’in bütün okullarını temsil eden heykeller bulunuyor. Yine tüm heykeller çok güzel ve bol miktarda altın ve kıymetli taşlar kullanılmış.



Ama asıl ilginç olan tapınakta bulunan ve çalışan hacılardı. Tibet’in çeşitli yerlerinden burayı ziyarete gelenler tapınakta gönüllü olarak çalışıyorlardı. Çeşitli temizlik işlerinin yanı sıra kimi gruplarda yerlere oturmuş içine yak yağı konulan küçük kandilleri temizliyorlardı. Kimileride boşalan kandillere çaydanlıklardan tekrar yağ dolduruyordu. Yak yağı Tibetliler için kutsal bir adak, ancak yanan kandillerin oldukça ağır bir koku yaydığını eklemeliyim.

Tapınağın giriş kapısında ,içinde ve çevresinde yerlere yatıp kalkarak ibadet eden hacıları ise hiç sıkılmadan saatlerce izleyebilirsiniz. Hacıların bu kendilerini yere atma hareketi oldukça ilginç. Önce Buda’yı selamladıktan sonra hızla yere doğru emekleme pozisyonu alıyorlar sonrada boylu boyunca yüz üstü uzanıveriyorlar. Kimileri bu hareketi yaparak tapınağın çevresini belki yüz kez soldan sağa dönmeye çalışıyormuş. Bu tapınağın çevresini dönen kimileri yere yatarken becerikli bir hareketle altlarına bir hasırda sermeyi de beceriyorlardı. Bir diğer büyük grupta aynı hareketi tapınağın giriş kapısında yapıyordu. Bunlarda yine Buda’ya adadıkları belli sayıda bu hareketi tamamlamaya çalışıyordu. Tapınağın girişindeki taşların aşınmasının nedeni ise bu hareketin yüzlerce yıldır milyonlarca kez tekrarlanmasından başka bir şey değil.




Jokhang tapınağında şu anda her şey yerli yerinde gözükse de, Çin işgali ve sonrasında da Kültür Devrimi sırasında buradaki tüm objeler oldukça zarar görmüş, bir kısmı da yok olmuş. Hatta Çinliler işi iyice ileriye götürerek ülkenin bu en kutsal tapınağını bir süre domuz ahırı olarak bile kullanmışlar.

Barkor meydanının etrafı ise çok canlı bir Pazar yeri. %50 si turistik eşya satıyorsa, diğer yarısı da yerli halka yönelik. Pazar yerindeki satıcıların çoğu ise her daim tüccar olan Çinliler. Her zaman olduğu gibi en ufak bir şey almak için bile insafsızca pazarlık etmek lazım.





Tapınak ve meydandaki en olağanüstü şeyse insanlardı. Hacı olacakları için en güzel giysilerini giyip, daha da önemlisi en güzel takılarını takmışlardı. Erkekler kırmızı ip ve 1-2 parça turkuazlı yüzük benzeri tokalarla saçlarını toplarken, kadınlar kırmızıdan yaptıkları bantları kullanmışlardı. Bu bantların üzerinde ise ceviz büyüklüğünde turkuaz parçaları var. Kulaklarındaki iri küpelerin dışında, kimilerinin saçlarından da turkuaz dizili sicimler sarkıyor. Barkor meydanındaki insan zenginliğine sanırım bir başka yerde rastlamak çok zor. Pek çok rehber kitap bu meydana geldiğinizde kendinizi orta çağa gelmiş gibi hissedeceksiniz diye yazıyor. Kesinlikle haklılar.