26 Şubat 2011 Cumartesi

Datça'da bir başka mevsim..

Acaba siz de Türkiye’deki en atıl yatırımlardan birinin sahillerimizi dizi dizi kuşatan yazlık evler olduğunu düşünenlerdenmisiniz??? Kış aylarında sahil kıyılarına yolunuz düşerse derin ama bir o kadar da güzel bir sessizlikle karşılaşırsınız. Bu sessizliği, bu huzuru neden daha çok insanın yaşamayı seçmemesi beni her zaman şaşırtmıştır. Eğer çalışıyorsanız ya da çocuklar okuyorsa tamam ama emekli olmuşlar ya da büyük şehirlerde olmadan da işlerini yürütebilecek durumda olanlar ne işiniz var oralarda????


Bu kışın büyük bölümünü Datça’da geçirdik. Bizim için yeni bir deneyimdi ve tek kelime ile bayıldık. Neden mi??

• Sessizlikte huzuru ve mutluluğu bulduk

• Doğa’ya daha yakın olmak, aslında hayatlarımızda hep olması gereken şeydi..

• Büyük şehirlerdeki insanın dikkatini dağıtan pek çok şey ortalıkta olmayınca daha üretken hale geldik.

• Sevgili de, bende sürekli yazdık, kitap üstüne kitap devirdik..


• Yağmur yağdımı, adam gibi yağdı, hani şu dolaşıpta sırılsıklam olmak isteyeceğiniz cinsten.

• Fırtına çıktımı, deli gibi esti, her dakika daha da büyüyerek sahile vuran dalgalar tam hayal kurmalıktı..

• Güneş çıktımı, hava anında ilk bahara dönüştü, sahile şezlonglar atılıp uzun süren piknikler yapıldı.

• Ocak ayında, papatyalar bile açmaya başlamıştı, Datça’nı ünlü dallamasının yani papatya sapı salatasının tadına doyum olmadı.


• Haftalık pazar harika, ve neredeyse her şey sadece bir gün önceden dalından kopup gelmeydi. Portakalın, mandalinanın kilosu da 1 liraydı, koca koca demet çiçeklerin fiyatı da..


• Bu mevsimde dağ çileği diye satılan meyvenin aslında başka bir adı olması gerektiği düşünüldü ama bilen çıkmadı..

• Havanın yavaş yavaş kararmaya başladığı saatlerde, mum ışıklarına, gürül gürül yanan şöminenin ateşi eşlik etti. Ya sıcak şarabın, ya da sıcak çikolatanın tam içileceği saatlerdi..



• Aynı sıcak şarap, ve sıcak çikolata termoslara doldurularak, mavi-mor yağmur bulutlarının boşalmadan önceki dakikalarında sahile götürüldü. Gökyüzünün fırtına öncesi rengi büyülüydü..


• Açık ve temiz havadan mıdır nedir, uykular daha bir deliksiz uyundu, sabahlara daha bir dinç kalkıldı.



• Sabah- öğle –akşam yürüyüşleri, egzos ve is kokusunun bilinmediği yerlerde yapıldı.

• Yağmurda dolaştıktan sonra eve çamur getirilmemesine her daim şaşıldı..

• Trafik sıkışıklığı diye bir kavram olduğu unutuldu. 5 dakikalık yerlere, adı üstünde hakikaten 5 dakikada ulaşıldı.

• Plastik çizmeleri giyip, sahilde dolaşmanın keyfine doyum olmadı.


• Aynı zevkleri yaşayan, paylaşan yeni yeni dostlar edinildi.

• Küçük köpeğimiz Hera, hayatının her halde en mutlu zamanlarını yaşadı. Tasma takmayı unuttu .Sabah evden çıkıp ancak akşam gelince, kendisine ‘’ne o burası otel mi?’’ diye tatlı tatlı kızıldı.. Bunu çokta takan olmadı, kuyruk mutlulukla hep sallandı…

Ve tüm bunlardan sonra, öncelikli planların ve hayallerin arasına, İstanbul’dan ayrılıp tam zamanlı olarak Datça’da yaşamak katıldı.. Ne demeli??? Darısı başınıza..